"İnsanlık evreni ancak yavaş yavaş, parça parça, bir halka ardından başka bir halka olarak görmüştür, sanki yaşamsal durumlarının, işlerinin, ihtiyaçlarının her biri çevredeki dar bir alanı gözden geçirmek için algılama duyusu olmuştur ona."
Sanat yapıtı, doğrudan doğruya felsefe olma, siyasal mesaj olma, toplumbilimsel inceleme ya da ahlaksal vâz olma amacını güdemez. Romandan başka bir şey olamaz, iç evreni kendisini aşıp başka hiçbir şeye dönüşemez.
Mekanik değil de ruhsal olmak isteyen her şey bu keskin görüşlülük, zeka ve nedenlilik niteliğini içermelidir. Oysa bakınız: Romantik yapıtın verdiği zevk, içeriğiyle pek az ilintilidir. Burada, benim dışımda, seslerin fışkırdığı noktada bulunan bir şey olması gereken müziksel güzelliğin, bir rastlantıyla ruhumda yarattığı ve romantik çağ sanatseverlerinin tadına bir türlü doyamadıkları o derin hazlarla ne ilişkisi vardır? Bu, bir şeyin yerine başka bir şey koymak değil de nedir? Kişi sanatsal nesnenin zevkini çıkartmak yerine kendi kendisinin zevkine varmaktadır; yapıt yalnızca o zevkin kaynağı, alkolü olmuştur.
Demek ki gerekli olan, bizim roman kahramanlarının yaşamını gözümüzle görmemiz ve yazarın onları bize hikaye etmekten kaçınmasıdır. Her türlü gönderme, hikaye etme, anlatma edimi olsa olsa gönderme yapılan, hikaye edilen, anlatılan kişinin sahnedeki eksikliğini vurgular. Oyna nesnelerinin kendilerinin var oldukları yerde onları anlatmak fazlalıktır.